Ertuğrul Özkök 1947 yılında doğan Özkök, Siyasal mezunudur. TRT'de çalıştıktan sonra Fransa'da doktora yapıyor. Hacettepe'de öğretim üyeliği ve Hürriyet gazetesi.
Kısaca bu şekilde özetlenebilir hayatı. Ancak bazı ayrıntılar Özkök'ü gizemli kılıyor. Örneğin Fransa'da sosyalist öğrenciler arasında liderlik yapması, Türk devletinin bursu ile okuması. Orada yaptığı bir tür istihbarat faliyeti olduğuna dair teori Fehmi koru tarafından dillendirilir (http://yenisafak.com.tr/yazarlar/?t=25.12.2007&y=TahaKivanc). Hatta Özdemir İnce ile kankiliği Fransa günlerinden kalmadır.
Devletin bir evladıdır Ertuğrul Özkök ama derin devletin. Hacettepe'de çalışmaya başlar.Yanına yaklaşılmayan kasıntı tavırları öğrenciler tarafından sevilmez. Öğrenci ile sıcak ilişki kuran birisi değildir. nerden mi biliyorum?
1980'lerde Hacettepe'de okuyan bir yakınım anlatırdı. Özkök 80 darbesini çok sever. Darbe olduktan sonra Ecevit'le darbe karşıtı anılan Arayış dergisini çıkardı. Kendi yazdığı bir yazıdan dolayı Nahit Duru 2 ay 15 gün hapis bile yattı (http://www.habervitrini.com/haber.asp?id=138997) Ertuğrul ise Hacettepe İşletme bölümünde hocalığa devam etti. Oysa o devirde askeri yönetim tuttuğunu ya asıyor ya görevinden alıyordu. Hacettepe'de çalışan Ertuğrul Özkök'e hiçbirşey olmadı. Gizli bir el kendisini koruyordu.
Darbe sonrası Özal iktidara geldi. Derin devlet şok oldu. Turgut Sunalp tasfiye oldu. Özal değişimi başlattı. Orhan Birgit'in Erol Simavi'ye önermesi ile yayın danışmanı oldu. hürriyet'in Ankara ve Moskova temsilciliğini yaptı. Ani bir kararla Erol simavi tarafından Hürriyet'in başına geçti. Yıl 1990'dı. 1986'da doçent iken üniversiteyi bıraktı. 22 Mart 1990'da Genel Yayın Yönetmeni olmuştu. Erol Simavi Özal'a suikast sonrası İsviçre'ye kaçar.
Gazeteyi satmak zorunda kalır. İlk önce Erol Aksoy sonra Aydın Doğan alır. Patronların önemi yoktur. Gazetenin asıl sahibi Nuriye Akman'a söyleşide açıkça belirten aydın Doğan'ın dediği gibi "Hürriyet Devlet gazetesidir"(http://arsiv.zaman.com.tr/2002/09/10/roportaj/default.htm) Tabiiki derin devletin.
Ertuğrul Özkök Özal ile ilişkilerini hep iyi tuttu. Özgürlükçü tavırlar içinde gözüktü. Gazeteyi hafifleştirdi. arka sayfa fotoğraflarını öne çıkardı. Life style, laylaylom, kültür sanat gibi haberler gerçek gündemin önüne geçti. Asıl konuşulması gereken konular geri planda kaldı hep. Oktay ekşi başyazar, Emin Çölaşan da değişmez olarak 5. sayfadaki yerinde kaldı. Mehmet Altan'ın katılacağı ve 2. Cumhuriyeti anlatacağı bir program günü gazetede bu akşam 2. cumhuriyet konuşulacak. mutlaka izleyin tavsiyesin de bile bulundu.
1993 yılı geldi. Derin devlet düğmeye bastı. Özal, Eşref bitlis, Uğur Mumcu öldürüldü. ortalık karıştı. Ertuğrul yükselen trendi yakaladı. Türkiye Türklerindir. 90'lı yıllara damgasını vurmaya hazırdı. Gerekli iktidar gücü arkasındaydı. Siyasetçiler onun oyuncağı olacaktı. "Leydinin ayak sesleri" ile Çiller'i karşıladı. sabah gazetesi ile sıkı bir promosyon savaşına girdi. Askeri her zaman kucakladı. ülke tehdit altında propagandasına gazetesini açtı. "strategy of tension" Hürriyet gazetesinde hayat buldu. Çarpıcı başlıklar, provokasyon haberleri. Hürriyet her daim seçimlerle ve krizlerle geçen o yıllarda koalisyon hükümetlerinden yana oldu. Tek partinin iktidar olmasını önelemk için her türlü numarayı yaptı. Ama beklenmedi bir olay oldu. 1996 yılında Erbakan'ın partisi Refah seçimlerde en fazla oyu aldı. Erbakan Çilleri'in DYP'si ile koalisyon yapınca, sarışın güzel kadın birden bire yeni düşman oldu.
Startegy of tension. alarm alarm.Ülke şeriata gidiyor. Harekete geçin. ama bu harekete geçirme eylemi nasıl olacaktı? Susurluk kazası sonrası ülkedeki derin yapılanma en büyük firesini verdi. Kanıtlar çok sağlamdı. Bir emniyet müdürü, bir aranan eski Gladio'cu, bir aşiret reisi ve milletvekili aynı arabadaydı. Skandal tüm Türkieyeyi sarsmıştı. Herkes temzlik istiyor, bu yapının ayrıntılarının ortaya çıkartılıp pisliğin temizlenmesini bekliyordu. bu amaçla hükümeti sıkıştırmak için bir dakika karanlık eylemi başladı. Herkes akşam 21:00 sıralarında evinin ışıklarını söndürüyor devlete bir mesaj vermeye çalışıyordu. 1 Şubat 1997 idi.
Ancak 31 Aralık 1996'da Sincan'da Kudüs Gecesi adıyla bir organizasyon yapılmış, İsrail zulmü protesto edilmişti. organizasyon Refah partili belediye tarafından yapılmış olup İran'ın ankara Büyükelçisi de teşrif etmişti. Ne olduysa ondan sonra oldu. Hürriyet bu gösteri sırasında İsrail askerlerine karşı direnişi sembolize eden Filistinlileri oynayanları şeriat isteyenler olarak halka lanse etmişti. Bu işin arkasında derin devlet baş provakatör olarak ise Ertuğrul Özkök vardı. Halka tam gaz şerat geliyor dikkat et propagondası başlatarak, "aydınlık için 1 dakika karanlık" eylemini şeriata karşı hükümeti indirme haraeketine sokmayı başardı. 4 Şubat 1997 tanklar Sincan'dan geçti. Çevik Bir, Güven Erkaya, İsmail Hakkı Karadayı Siyonist cuntayı oluşturmuş, İsrail'i tehdit etmeye başlayan Refah Partsi DYP koalisyonun ipini çekme kararı alınmıştı.
Refah Partisi devletin parasını tek bir havuzda toplayarak neyin nerelere akıtıldığını kontrol etmeye çalışmış, Avrupa'dan bedelsiz otomobil ithalatına izin vererek Koç grubu'nu zor duruma sokmuştu. koç ailesi aydın Doğan'ın arkasındaki güç olarak bu hükümet darbesi operasyonuna yeşil ışık yakmıştı. İşler o dakika sonrası çığrından çıktı. 1 Şubat 1997 ile Kasım 2002 tarihleri arası Türkiye birileri tarafından soyulup soğana çevrildi. Ertuğrul özkök bu zaman diliminde semirdi serpildi.
28 Şubat 1997 tarihinde olan Milli Güvenlik toplantısına giden süreçte Hürriyet ve Sabah gazeteleri el ele verip ülkeyi ateşe atmışlardı. Hergün sürmanşette bir şeriat haberi veriliyor, nefret ile bezenmiş yazılar gazeteyi boydan boya kaplıyordu. Gazeteyi okuyanın içini derin bir iç karartısı kaplıyordu. Spor sayfası bile neredeyse şeriat haberleri içerecekti. 28 Şubat 1997 günü olan MGK'da asker Erbakan'ı tasfiye etmeye ant içmiş buna uygun ortam ise medya tarafından hazır hale getirilecekti. Bu süreçte Ertuğrul Özkök batı Çalışma Grubu tabir edilen TSK içindeki Neo-Israil terör grubunun yayın organı haline gelmişti. Ertuğrul Özkök yine başarmıştı.
Erbakan tarihin en uzun MGK'sında askerlerin hakaretlerine maruz kalmış, Hürriyet gazetesinin kanıt olarak sunulduğu haberlere sesini çıkartamamıştı. Askerler istedikleri maddeleri Erbakan'a imzalatmayı başarmışlar, ülkeyi resmen İsrail'in uydusu haline getirmişlerdi. Erbakan şeriat tehlikesini bu belgeyi imzalayarak kabul ediyor ve gerekli önlemleri alacağını tahahhüd ediyordu. Süleyman Demirel keyifliydi. işler darbesiz olmuştu. İTÜ'den beri hiç sevmediği Erbakan İsrail-amerikan projesi ile etkisiz hale gelmişti. İpler askerin elindeydi.
Herşey resmiyet kazanmıştı. Batı Çalışma Grubu legalize olmuştu. Yargı mensupları, bürokratlar ve gazeteciler herkesin gözü önünde brifingler alıyor askerin önünde el pençe divan duruyordu. Ülkede 1973 Şili'nin başkenti Santiago'nun kokusu vardı. Ertuğrul Özkök ile türban tehlikesi ülke gündemine oturdu. Üniversitede başörtüleri okuyan kendilerini yetiştiren varoşlardan, köylerden, knetlerden gelen kızlar birden bire şeriatın temsilcileri ve rejimin tehlikesi haline gelmişlerdi. bu kızlar üniversiteyi bitirdikten sonra laik cumhuriyeti yok etmek için canla başla çalışan birer terorist olacak ve ülkeyi İran'a çevireceklerdi. Ülke İran İslam devrimine doğru gidiyordu. En temel göstergesi türbanlı öğrenci sayısındaki artıştı.
Diğer bir tehlike ise Fethullah Gülen organziation'dı. Fethullah Gülen'in dershanelerinden ve okullarından yetişen çocuklar art arda başarılar gösteriyor basının ve TSK'nın dikkatini çekiyordu. ÖYS'yi kazananlar hep onlardan çıkıyordu. Durdurulması lazımdı. Nasıl yapılabilirdi? Tabii ki ülkede bulunan şeriat tehlikesinin bir diiğer ayağı olarak Fethullah Gülen gösterilerek. Hürriyet Gazetesi dört bir yandan mütedeyyin insanlara saldırmaya başlamıştı. Ülkede bir cadı avı başladı. Muhafazakar işadamları fişleniyor, Fethullah Gülen'in dershanelerine gidenler şeriatçılıkla suçlanıyor, ülke kamplaşmaya başlıyordu. YÖK inanılmaz bir karar alarak imam hatiplere üniversite kapısını kapatan illegal katsayı kararını aldı. meslek liseleri ve imam hatip öğrencileri kaybeden olmuşlardı. Zor durumda kalan bu öğrenciler hayatların geri kalan döneminde bu kararı alanları ve aldıranları unutmadılar. İntikamları 2007 yılında acı oldu. Ancak sokağa çıkıp eylem yapmak dışında kendilerinden birileri tarafından beklenen silahlı eylemlere başvurmadılar. Halbuki onlardan beklenen silahlanarak mücadele etmeleriydi. Bu şekilde muhafazakar kesim tamamen yok edilebilirdi. Bu proje gerçekleşmedi. Protesto kitlesel eylemler ile sınırlı kaldı.
Durup duruken ülkeyi cehennem kazanına çevirmeyi başarmıştı pop sosyolog. Yaptığı toplum mühendisliği işini çok sevmişti. Ülke gündemini belirliyor, kendi istediği doğrultuda hareket ettiriyordu. Attığı manşetler diğer gazeteler tarafından da provakatif haberler yapmakta kullanılıyor, doğan grubunun televizyonları Fatih Altaylı, Tuncay Özkan, Uğur Dündar ile koordineli şekilde TSK içindeki cunta ve Neo-İsrail projesini rahatlıkla uyguluyordu. Gün geçmesin yeni bir kriz kopmasın yeni bir skandal patlamasın. Aczmendiler, Fadime Şahin, Ali Kalkancı haberleri ülkenin kaynakları hortumlanırken konuşulan halk tarafından konular haline gelmişti. Ertuğrul manipulasyon işinde ustalaşıyordu. Haziran'da Erbakan istifa edip yerine Çiller'i getirmeye çalışmış ancak Mesut Yılmaz'ı Süleyman Demirel'in hükemti kurma görevi verilmesi Ertuğrul Özkök'ün patronunun servetini katlaması sürecini açmıştı.
Koalisyon hükümetleri başlamıştı. Mesut Yılmaz topal ördekti. ANAP-DSP-DTP koalisyonu arkasındaki derin devletin oyuncağıydı.
Çevik Bir ve arkadaşları basında kendilerini eleştirenlerin ocağına incir ağacı dikmek için Sırrı Sakık'ın itirafnamesi gibi gözüken bir sahte kağıdı Genel Yayın Yönetmenlerine gönderdiler. Bölücü ve vatan haini oldukları iddia edilen kişiler : Nazlı Ilıcak, Mehmet altan, Cengiz Çandar ve mehmet Ali Birand gibi ünlü gazetecilerdi. Oktay Ekşi "alçakları tanıyalım" başyazısını yazdı. Tarih 25 Nisan 1998'di. http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=-15759&yazarid=1. Türk basın tarihindeki utanç anlarından biriydi. İfşa edilen gazetecilerin can güvenlikleri kalmamıştı. Hürriyet gazetesinin demokrat, özgürlükçü, insan haklarına saygılı karınca ezmez genel yayın yönetmeni emri yerine getirmiş. General rütbesine yükselmişti.
22 Ekim 1998'de Güneş Taner ve Ertuğrul Özkök görüşmesi dinlemeye takılmıştı. Ortalığa bu kaset bomba etkisi gibi düştü. Ertuğrul kendi bile adını bilmediği bir karton fabrikası için teşvik istiyor, baknı sıkıştırıyordu. yaptıkları muhabbet doğan grubunun hükümeti nasıl oyuncağı hale getirdiğinin en güzel ispatıydı.
22.10.1998 GÜNEŞ TANER-ERTUĞRUL ÖZKÖK
Özkök: Sen şey de mi, şeyden mi dinliyorsun beni açıktan mı?
Taner: Hı, tabii alayım. Ha şimdi söyle.
Özkök: Ya şimdi Güneş biz biliyorsun bir tane karton fabrikası
kuruyoruz Kocaeli’nde, ondan sonra ee..size bir teşvik başvurumuz var.
Taner: Tamam.
Özkök: 50 milyon dolara kadar teşvik veriyorsunuz, şey pardon 50
milyon dolar en az olacak. Bizimki 130 milyon dolarlık falan bir teşvik...
Taner: Eee, veririz.
Özkök: Senin masanda duruyormuş bu.
Taner: Yoo, daha bana gelmedi.
Özkök: Gelmiş sana, öyle dediler bana.
Taner: Dur bakayım bana gelmedi ama şimdi sordururuz söyle bakim
isim ver.
Özkök: Meyta.
Taner: Meyta mı?
Özkök: Meyta galiba, evet Meyta mı Meyfa mı öyle bir şey karton
fabrikası.
Taner: Bana teşvik uygulama genel müdürünü bağlar mısın? Ha sen
söyle bana ben öbür. telefonla istettim.
Özkök: Bir sor bakalım bir öğren yahu?
Taner: Ben şimdi öğreneyim de ne olduğunu durumun.
Taner: Dur bir dakka... Alo ya bir şey sorucam sana, bu şeyle ilgili bir
teşvik bizde bekliyor mu? Meyta diye karton fabrikası... Korkmaz Yiğit
mi, hayır Milliyet grubunun değil ya, bu şeyin Meyta da bu şeyin Aydın
Doğan’ın tamam...
Taner: Bu nedir tık tık sesleri benim söylediklerimi teybe mi
kaydediyorsun?
Özkök: Bu benim şey ya şey telefonla konuşuyorum ben hayatımda hiç
kimseyi banda almadım kimseye yapmadım, sana mı yapacağım. Afitap
bak bakan şüpheleniyor banda alıyorum diye. Herkes kasete aldığı için
bunu başka telefona aktarabilir misin...
....
Taner: Dışarıda eğer sıkıntımız olmasa ben içeride şeyi temizleyeceğim.
Yani benim sıkıntım dışarıdan kaynaklanıyor. Dışarıdan alamadığım için
şey yapıyorum. Bir tarafta onlar, bir tarafta seçim, bir tarafta şey Türk
Ticaret Bankası, nedir ulan bu başımıza gelenler.
Özkök: Hakikaten ya bu Türk Ticaret Bankası olayı... Bu gazete.. yine
biz şey yapıyor bir tarafa.
Taner: Hı...
Özkök: Yazıyoruz abicim.
Taner: Yazmanız lazım çünkü yarın siz de çok zor durumda kalırsınız ya.
Özkök: Evet.
Taner: Mehmet Emin’le görüşmüş seninki.
Özkök: Evet görüştü, görüştü.
Taner: Ondan sonra tekrar görüşecekler herhalde.
Özkök: Onun havası ne?
Taner: Ben şey yaptım ona dedim ki yahu yap bu işi...
....
Özkök: Doğru, doğru. Peki yahu Güneş, verin artık bunu satış falan
verin bunu ya.
Taner: Ya vericez de şimdi devletin yani şimdi.
Özkök: Abi, devlet ilk defa mı kağıt verecek Allah aşkına yapmayın bu
yahu.
Taner: Ya mesele o değil, bütün mesele şimdi sorumluluk meselesi var.
Kimin ne sorumluluğu, şimdi bunun içersinde bunun ne kadarı bana ait,
ne kadarı başbakanın sorumluluğunda belli değil ki. Yani şimdi ben
kalkıp da emniyetin çok gizli diye Merkez Bankası’na yazdığı ve
Merkez Bankası Başkanı’nın bana göstermediği dokümanı ben nasıl
vereyim ki.
Özkök: Ne olacak abicim, sen kendini koruyacaksın ya...
Taner: Hayır, ne olacak değil, yani yahu tamam ben kendimi
koruyacağım ama bir de devletin şeyi var yahu çalışma yöntemi var,
boku var, püsürü var ya.
Taner: Şimdi biz biliyoruz ki, herkes biliyor ki böyle bir yazı yazılmış ve
bu yazıdan bizim haberimiz yok. Benim bu yazıdan dün haberim oldu.
Özkök: Ben seni orada yazıyım mı peki bunu.
Taner: Yazma. Yani bir numara çekme, çünkü olduğu takdirde bir sürü
şeyin içersine şey olur yani habercilik açısından senin işine yarar da
benim işime yaramaz.Taner: Yani bunu alacağın yer Başbakan. Senin
başbakanı yakalayıp, alman lazım. Gelsene Ankara’ya.
Özkök: Bugün mü? Abi dün oradaydım ben.
Taner: Niye haber vermedin, ben akşam Zafer’i başbakana götürdüm.
Geldiğin zaman beni niye aramıyorsun. Ben sana dedim ya sen beni boş
veriyorsun diye. Oğlum bak biz bu işlere katılmadık ha korkma benden.
Özkök: Yahu ne korkucam senden bırak Allah aşkına yahu. Benim
başka işim vardı dün akşam.
Taner: Bilmiyorum tabii, ne işin vardı ama?
Özkök: Hı hı..tahmin ettiğin işim vardı.
....
Taner: Söyleyemem oğlum söyleyemem yapamam. Yani biliyorsun ne
onunkini sana ne de seninkini ona söyleyemem onun için gel buraya,
kendin başbakana gel.
Özkök: Telefonlara bile çıkmıyor artık adam.
Taner: Kim?
Özkök: Mesut.
Taner: İşte böyle zamanda arayı şey yap.
Özkök: Arayı ne yapalım ben kardeşim çıkmıyor bile telefonuma yahu...
Taner: Sen de telefonla uzaktan idare etmeye çalışıyorsun.
Özkök: Bugün onun ağzından manşet yaptım, daha ne yapayım.
....
Taner: Yani senin buradaki Sedat’ın yapacağı işler değil bunlar.
Özkök: Ben yarın Paris’e gidiyorum.
Taner: Vay adi herif vay...
Özkök: Yok abicim senin başbakanın bana etmediği hakareti
bırakmadı.
Taner: Benim başbakanım oldu şimdi.
Özkök: Ulan yine ben koruyorum, hâlâ da ben koruyorum. Röportaj
gibi gideceksin ana avrat iyice bir kavga edeceksin ondan sonra tekrar
iyi adam olacaksın.
Taner: Ankara’da her şey önemli bugünler bu saatlerde.
Özkök: Ben bunu kafaya yedikten sonra hiçbir şeyi yok. İftira atıyor,
bana kalleş diyor. Atsın ne yapalım. Biz de öğrendik artık kavga ederiz
onunla bir güzelcene ondan sonra barışırız biz de iyi adam oluruz ondan
sonra bizi de şey yaparlar.
Taner: Sizin aranızdaki ilişkiye karışmam.
Özkök: Öyle işte karışmazsın ya.
Taner: Şarapları sana verirken bana mı verdi şarapları getirdi.
....
Taner: Valla ipucu falan veremem. Gel diyorum sana sen dinle beni, atla
uçağa gel ne işin var?
Özkök: Yarın sabah 8 uçağıyla şeye gidiyorum Paris’e. Rahmi Bey’in
davetlisi olarak gidicem.
Taner: Ulan çok mu önemli Rahmi Koç’un davetlisi olmak?
Özkök: Önemli abicim önemli.
Bir diğer takılan görüşme Meral Akşener tarafından deşifre edildi. Ertuğrul Özkök Sedat Ergin konuşması:
S. Ergin: Yüce Divan’a gitmesine gerek yoktu diye 12’ye 2. DSP de
şeye katılmış maalesef.
E. Özkök: Oh oh.
S. Ergin: Şimdi öbür tur oluyor, şimdi öbürü oylanıyor.
E. Özkök: Bi de Mesut’u gönderiyorlar mı sen gör o zaman.
S. Ergin: Peki niye o zaman bu kadar yıl Tansu Çiller’in mal varlığını şey
yaptık yani anlamadım.
E. Özkök: Dün dündür bugün bugün.
S. Ergin: Biraz fazla yormuşuz kendimizi gereksiz açıkçası.
E. Özkök: Boş ver boş ver.
S. Ergin: Of...tamam haydi eyvallah.
Gazetecilik haricindeki herşey ile uğraşan bir genel yayın yönetmeni. Yıl 2010 ve karton fabrikası hala ortalıkta yok. Çok garip..
Hükümet gensoru ile düşürülmüş, Refah Partisi anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmıştı. Deliller arasınfda hürriyet gazetesi başta olmak üzere Doğan Grubu kaynaklı yayınlar önemli yer tutmaktaydı.22 Ekim 1998'de Güneş Taner ve Ertuğrul Özkök görüşmesi dinlemeye takılmıştı. Ortalığa bu kaset bomba etkisi gibi düştü. Ertuğrul kendi bile adını bilmediği bir karton fabrikası için teşvik istiyor, baknı sıkıştırıyordu. yaptıkları muhabbet doğan grubunun hükümeti nasıl oyuncağı hale getirdiğinin en güzel ispatıydı.
22.10.1998 GÜNEŞ TANER-ERTUĞRUL ÖZKÖK
Özkök: Sen şey de mi, şeyden mi dinliyorsun beni açıktan mı?
Taner: Hı, tabii alayım. Ha şimdi söyle.
Özkök: Ya şimdi Güneş biz biliyorsun bir tane karton fabrikası
kuruyoruz Kocaeli’nde, ondan sonra ee..size bir teşvik başvurumuz var.
Taner: Tamam.
Özkök: 50 milyon dolara kadar teşvik veriyorsunuz, şey pardon 50
milyon dolar en az olacak. Bizimki 130 milyon dolarlık falan bir teşvik...
Taner: Eee, veririz.
Özkök: Senin masanda duruyormuş bu.
Taner: Yoo, daha bana gelmedi.
Özkök: Gelmiş sana, öyle dediler bana.
Taner: Dur bakayım bana gelmedi ama şimdi sordururuz söyle bakim
isim ver.
Özkök: Meyta.
Taner: Meyta mı?
Özkök: Meyta galiba, evet Meyta mı Meyfa mı öyle bir şey karton
fabrikası.
Taner: Bana teşvik uygulama genel müdürünü bağlar mısın? Ha sen
söyle bana ben öbür. telefonla istettim.
Özkök: Bir sor bakalım bir öğren yahu?
Taner: Ben şimdi öğreneyim de ne olduğunu durumun.
Taner: Dur bir dakka... Alo ya bir şey sorucam sana, bu şeyle ilgili bir
teşvik bizde bekliyor mu? Meyta diye karton fabrikası... Korkmaz Yiğit
mi, hayır Milliyet grubunun değil ya, bu şeyin Meyta da bu şeyin Aydın
Doğan’ın tamam...
Taner: Bu nedir tık tık sesleri benim söylediklerimi teybe mi
kaydediyorsun?
Özkök: Bu benim şey ya şey telefonla konuşuyorum ben hayatımda hiç
kimseyi banda almadım kimseye yapmadım, sana mı yapacağım. Afitap
bak bakan şüpheleniyor banda alıyorum diye. Herkes kasete aldığı için
bunu başka telefona aktarabilir misin...
....
Taner: Dışarıda eğer sıkıntımız olmasa ben içeride şeyi temizleyeceğim.
Yani benim sıkıntım dışarıdan kaynaklanıyor. Dışarıdan alamadığım için
şey yapıyorum. Bir tarafta onlar, bir tarafta seçim, bir tarafta şey Türk
Ticaret Bankası, nedir ulan bu başımıza gelenler.
Özkök: Hakikaten ya bu Türk Ticaret Bankası olayı... Bu gazete.. yine
biz şey yapıyor bir tarafa.
Taner: Hı...
Özkök: Yazıyoruz abicim.
Taner: Yazmanız lazım çünkü yarın siz de çok zor durumda kalırsınız ya.
Özkök: Evet.
Taner: Mehmet Emin’le görüşmüş seninki.
Özkök: Evet görüştü, görüştü.
Taner: Ondan sonra tekrar görüşecekler herhalde.
Özkök: Onun havası ne?
Taner: Ben şey yaptım ona dedim ki yahu yap bu işi...
....
Özkök: Doğru, doğru. Peki yahu Güneş, verin artık bunu satış falan
verin bunu ya.
Taner: Ya vericez de şimdi devletin yani şimdi.
Özkök: Abi, devlet ilk defa mı kağıt verecek Allah aşkına yapmayın bu
yahu.
Taner: Ya mesele o değil, bütün mesele şimdi sorumluluk meselesi var.
Kimin ne sorumluluğu, şimdi bunun içersinde bunun ne kadarı bana ait,
ne kadarı başbakanın sorumluluğunda belli değil ki. Yani şimdi ben
kalkıp da emniyetin çok gizli diye Merkez Bankası’na yazdığı ve
Merkez Bankası Başkanı’nın bana göstermediği dokümanı ben nasıl
vereyim ki.
Özkök: Ne olacak abicim, sen kendini koruyacaksın ya...
Taner: Hayır, ne olacak değil, yani yahu tamam ben kendimi
koruyacağım ama bir de devletin şeyi var yahu çalışma yöntemi var,
boku var, püsürü var ya.
Taner: Şimdi biz biliyoruz ki, herkes biliyor ki böyle bir yazı yazılmış ve
bu yazıdan bizim haberimiz yok. Benim bu yazıdan dün haberim oldu.
Özkök: Ben seni orada yazıyım mı peki bunu.
Taner: Yazma. Yani bir numara çekme, çünkü olduğu takdirde bir sürü
şeyin içersine şey olur yani habercilik açısından senin işine yarar da
benim işime yaramaz.Taner: Yani bunu alacağın yer Başbakan. Senin
başbakanı yakalayıp, alman lazım. Gelsene Ankara’ya.
Özkök: Bugün mü? Abi dün oradaydım ben.
Taner: Niye haber vermedin, ben akşam Zafer’i başbakana götürdüm.
Geldiğin zaman beni niye aramıyorsun. Ben sana dedim ya sen beni boş
veriyorsun diye. Oğlum bak biz bu işlere katılmadık ha korkma benden.
Özkök: Yahu ne korkucam senden bırak Allah aşkına yahu. Benim
başka işim vardı dün akşam.
Taner: Bilmiyorum tabii, ne işin vardı ama?
Özkök: Hı hı..tahmin ettiğin işim vardı.
....
Taner: Söyleyemem oğlum söyleyemem yapamam. Yani biliyorsun ne
onunkini sana ne de seninkini ona söyleyemem onun için gel buraya,
kendin başbakana gel.
Özkök: Telefonlara bile çıkmıyor artık adam.
Taner: Kim?
Özkök: Mesut.
Taner: İşte böyle zamanda arayı şey yap.
Özkök: Arayı ne yapalım ben kardeşim çıkmıyor bile telefonuma yahu...
Taner: Sen de telefonla uzaktan idare etmeye çalışıyorsun.
Özkök: Bugün onun ağzından manşet yaptım, daha ne yapayım.
....
Taner: Yani senin buradaki Sedat’ın yapacağı işler değil bunlar.
Özkök: Ben yarın Paris’e gidiyorum.
Taner: Vay adi herif vay...
Özkök: Yok abicim senin başbakanın bana etmediği hakareti
bırakmadı.
Taner: Benim başbakanım oldu şimdi.
Özkök: Ulan yine ben koruyorum, hâlâ da ben koruyorum. Röportaj
gibi gideceksin ana avrat iyice bir kavga edeceksin ondan sonra tekrar
iyi adam olacaksın.
Taner: Ankara’da her şey önemli bugünler bu saatlerde.
Özkök: Ben bunu kafaya yedikten sonra hiçbir şeyi yok. İftira atıyor,
bana kalleş diyor. Atsın ne yapalım. Biz de öğrendik artık kavga ederiz
onunla bir güzelcene ondan sonra barışırız biz de iyi adam oluruz ondan
sonra bizi de şey yaparlar.
Taner: Sizin aranızdaki ilişkiye karışmam.
Özkök: Öyle işte karışmazsın ya.
Taner: Şarapları sana verirken bana mı verdi şarapları getirdi.
....
Taner: Valla ipucu falan veremem. Gel diyorum sana sen dinle beni, atla
uçağa gel ne işin var?
Özkök: Yarın sabah 8 uçağıyla şeye gidiyorum Paris’e. Rahmi Bey’in
davetlisi olarak gidicem.
Taner: Ulan çok mu önemli Rahmi Koç’un davetlisi olmak?
Özkök: Önemli abicim önemli.
Bir diğer takılan görüşme Meral Akşener tarafından deşifre edildi. Ertuğrul Özkök Sedat Ergin konuşması:
S. Ergin: Yüce Divan’a gitmesine gerek yoktu diye 12’ye 2. DSP de
şeye katılmış maalesef.
E. Özkök: Oh oh.
S. Ergin: Şimdi öbür tur oluyor, şimdi öbürü oylanıyor.
E. Özkök: Bi de Mesut’u gönderiyorlar mı sen gör o zaman.
S. Ergin: Peki niye o zaman bu kadar yıl Tansu Çiller’in mal varlığını şey
yaptık yani anlamadım.
E. Özkök: Dün dündür bugün bugün.
S. Ergin: Biraz fazla yormuşuz kendimizi gereksiz açıkçası.
E. Özkök: Boş ver boş ver.
S. Ergin: Of...tamam haydi eyvallah.
Gazetecilik haricindeki herşey ile uğraşan bir genel yayın yönetmeni. Yıl 2010 ve karton fabrikası hala ortalıkta yok. Çok garip..
Hükümet düşünce azınlık hükümeti kuruldu. Ecevit başbakan oldu. 1999 başlarında yapılan bu operasyonla Doğan grubu asıl iktidar görüntüsündeydi. Aydın Doğan en keyifli günlerini yaşıyordu. Abdullah Öcalan yakalandı. Ülkede seçimler ve DSP sürpriz yaparak birinci parti oldu. ANAP-DSP-MHP iktidarı başladı. Hüsamettin özkan ve Mesut yılmaz Aydın Doğan ile ilişkileri iyiydi. MHP ise kötü çocuktu. Bahçeli gruba yüz vermiyordu.
Bu dönemde Ahmet kaya olayı patladı. 20 Temmuz 1999'da hürrüyet gazetesi Ahmet Kaya'yı hedef gösteren efsane manşeti attı. "Vay Şerefsiz". Magazin gazeteceileri gecesinde Kürtçe klip çekeceğini açıklayan ahmet Kaya Hürriyet gazetesi tarafından ipe çekildi. Ahmet Kaya ülkeyi terketti.Paris'e yerleşti ve orada vefat etti. Ertuğrul Özkök ise liberal, özgürlükçü, insan haklarına saygılı genel yayın yöentmeni özelliğini korudu. O günkü manşeti görmek isteyenler: http://webarsiv.hurriyet.com.tr/1999/07/20/hurriyet.asp. (Manşetteki Merve Kavakçı haberine de dikkat çekerim). Tam bir tetikçi gazete olmuştu Hürriyet. Lümpen kitleye hedef gösterilen Ahmet Kaya Paris'te yatmaktadır.
DSP-MHP-ANAP koalisyonu sırasında işler bir süre sonra istenildiği gibi gitmemeye başladı. Büyük deprem 17 Ağustos 1999 yılında ülkeyi büyük krize soktu. Gölcük'de Deniz kuvvetleri komutanlığı tesislerine çok yakın yerde merkez üssü olan deprem muhafazakar kesim tarafından ilahi intikam olarak nitelendirilmiştir. Kocaeli, Gölcük ve Yalova darmaduman olmuştu. O her zaman kudisyeti vurgulanan devlet ne yapacağını bilememiş ve büyük bir itibar kaybına uğramıştı.Demirel sayesinde tahtını koruyan efsane Kızılay genel müdürü
Kemal Demir halk tarafından gönderildi. http://webarsiv.hurriyet.com.tr/1999/10/07/148349.asp ve http://www.nuriyeakman.net/node/1143. 33.derece mason olan ve mason kardeşi Süleyman Demirel ile bu koltuğa oturan Kemal demir devletin simgesi olmuştu. Otelde kalıp günde 2 adet Monte Kristo purosu içen Kemal Demir ile halkın devletle yüzleşmesi başladı. Birileri devleti yiyordu. bu biliniyordu. Ama iktidarlarını korumayı her devirde başarıyorlardı.
2001 yılına gelinmişti. Ülke 2000 yılında IMF programını uygulamış, döviz baskılanmış, yapay bir dezenflasyon dönemi yaşanmıştı. Devlet bankaları ise üçkağıtçı işadamlarına satılmış, buradan elde edilen paralar özelleştirme gelirleri diye halka yansıtılmış, bankaların yönetim kurullarına ise 28 Şubatçı generaller yerleşmişti. Bankaları satan alanlar içini boşaltmaya koyuldu. 2001'de meşhur MGK'da Anayasa krizi patladı. ecevit yaşlıydı. Zor ayakta duruyor. İşler Hüsamettin Özkan tarafından yürütülüyordu. IMF başkan Yardımcısı stanley Fischer türkieyye geldi. Haizne kağıtları korkunç değer kaybetmişti. Birçok banka zor durumdaydı. Döviz'in baskılanması durduruldu. Serbest bırakıldı. Bu haberi Doğan grubu önceden haber alarak büyük vurgunu patlattı. 1 gecede muhteşem karlar yapıldı.