Güncel tarih
Böyle akıldışı bir durum nasıl mümkün oluyor? Oluyor, tarihi bir sır. Tarih, “bilinmezlik bulutu”yla örtülü. Bazı olgular düpedüz yok edilmiş, onun için soran eden de yok. Bazıları yok edilemediği için (birileri habire hatırlattığı için) tahrif edilmiş. Ermeni Kıyımı gibi. Sonuç olarak, bütün dünya bu çeşit olguyu bir biçimde biliyor, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı (yalnız o) başka bir biçimde biliyor. Bunun tuhaf ve kuşku uyandıracak bir durum olup olmadığı sorulunca, onun da cevabı hazır: bütün dünya bize düşman!
Bunların doğal sonucu olarak, tarih hep güncel. Çünkü her zaman merak konusu. Ama son zamanlarda merakın arttığını da söyleyebiliriz. Türkiye, bir süreden beri Askerî Cumhuriyet’in giydirdiği korseye (ya da “deli gömleği” diyelim) sığmamaya başladı. Bu aslında yekpare bir süreç, ama her gün bir başka “veçhe”siyle karşımızda cisimleşiyor: bir gün “ıslak imzalı kâğıt parçası”nı görüyoruz; bir gün tuhaf bir “Yüksek Yargı” kararı karşımıza dikiliyor; günün birinde de Onur Öymen Dersim’i konuşuyor.
Merak yıllardır biriktiği için, tepki de büyük olabiliyor. Örneğin ben Onur Öymen’in mahut sözlerinin bu kadar yankı uyandırmasına şaşırıyorum. Ama, demek ki, “Kürt isyanları varmış” falan gibi genellemeler arasında, bunların hangisinin nasıl olduğunu kimse merak etmeden, öylece geçip gidiyormuş. Şimdi, dediğim bu “merak uyanması” çağında birdenbire böyle önem kazandı.
Türkiye’nin böylece kendi “Aydınlanma Çağı’na girdiğini söyleyebiliriz belki; çünkü ancak şu dönemde kendimiz hakkında “aydınlanıyoruz”. Eskiden de, ta başından beri, bunları bilenler vardı. Ama ancak şimdi “bilginin toplumsallaşması” gibi bir sürece girdik.
Bu da, yeni bir fenomeni yaratmadı ama daha belirgin bir biçimde ortaya çıkardı. Bu şekilde kendilerine ulaşan bilgi karşısında kitlelerin gösterdiği tepkide belirginleşen ayrışmayı kastediyorum. Bir kesim art arda gelen bu bilgileri şaşkınlıktan şaşkınlığa düşerek karşılıyor; “dünyadan haberimiz yokmuş” diyor; dolayısıyla o “dünya” hakkındaki düşüncelerini değiştirmeye başlıyor. Bu, bence, takınılacak en sağlıklı tavır ve böyle yapanlar hiç de az değil. Uzun vadede belirleyici olacak tutum da bu zaten.
Bu sevimsiz “bilgi”lerin tepemize yağmur gibi yağmaya başlaması, kimilerinde “inkârcı”lığı perçinleyen bir etki yaratıyor. Böyle tepki gösterenlerin çoğu “kötü insan” olduğu için değil, aslında “iyi insan” olduğu için bu tutumu benimsiyor. Gerçeklik onlara dayanılmaz geliyor, “demek ki o olay bu şekilde olmuş” dedikleri anda her şeylerinin yıkılacağına inanıyor, “Hayır, hayır, olmamıştır”a sığınıyorlar.
Tipik bir “erkek okulu” yaşantısıdır. Büyük oğlanlar küçüklere cinsel eylemi anlatırlar. Leylekle geldiğine inanan küçükler “Benim annemle babam öyle şey yapmaz” diye ağlar!
Ama bir de üçüncü kesim var: “Yapmadık, ama yapmışsak iyi yapmışız” diyenler bunlar. Bunlar da aslında hep vardı. 12 Eylül eğitimi ve medyasıyla sayıları iyice arttı. Burada bilinçli bir kararlılık görüyorsunuz. Birileri denizaltı patlatınca bunlar da gerekli tepkiyi gösterecek; zaten birinin varlığı öbürünün varlığının temeli. Kalabalık olabildikleri yerlerde (farklı mekanizmalarla Trabzon’da veya İzmir’de örneğin) “kitle eylemi”ne de çıkabiliyorlar. Çıktıklarında “Olmamıştır. İnanmam”cıları da yanlarına çekebiliyorlar.
Bunlar, geçiş döneminin yeni (ideolojik) cemaatleri.
No comments:
Post a Comment